Basında Üslup Ve Ecevit'in Amerika Ziyareti

-
Aa
+
a
a
a

Bir ülke toplumunun genel konuşma ve yazın tarzının her zaman her konu için ciddi olması gerektiğini, ciddi olmanın gerektiği noktada mizaha engel olmadığını düşünüyorum. Konuşma ve yazım tarzımızın ise özellikle görsel, işitsel ve yazılı medyamızda daha da önem kazandığı kanımca tartışılmaz bir gerçek. Medya da konuşulan, yazılan hiçbir şey unutulmuyor, arşivlere kazınıyor ve inanılmaz bir kitleye ulaşıyor. O yazılar ki örneğin ülkenizi övmeye çalışırken aslında olabildiğince onurumuzu zedeliyor, vakur duruşunuzu, durmaya çalışma çabanızı bir anda yıkıyor ve bunu artık her zaman herkes görüyor.

16 Ocak 2002 tarihli Milliyet gazetesinin internet sayfalarında “Yunanlılar çatlıyor” başlığı altında spotta "... Yunan basınında kıskanç yorumlara...” yazıyordu. Haberin detayına geçtiğinizde yine başlıkta “Yunan basını çatlıyor” ibaresi yer alıyordu. Tanrı aşkına, nedendi bu başlık?

Başbakan Bülent Ecevit’in gezisi başarılı geçiyordu, görüşmeler yüz yüze oluyordu. Yunan basınına göre Simitis’e bu ilgi gösterilmemişti. Yunanistan basını da bu farkı belirten yazılar yazmıştı. Şimdi bunun Milliyet gazetesi gibi ciddi olma savındaki bir gazetede bu şekilde yansıtılması bizi onurlandırıyor mu yoksa aslında hiç değilse rencide etmiyor mu? 15 Ocak tarihli Milliyet gazetesinde Sn. Hasan Cemal yazmadı mı “Washington ziyaretleri genellikle başarılı geçer. Tersi sürpriz olur” şeklinde. Sadece Sn. Cemal değil, yazar olsun veya olmasın ne yazık ki 11 Eylül sürecinin yadsınamaz bir sonucu olarak zaten aklı biraz çalışan herkes bu seyahatin başarılı (başarının ne olduğu da tartışmalı bir konudur ya neyse) geçeceğini biliyordu. Bunu doğal olarak Yunanistan yönetimi de, medyası da biliyordu. Herkesin bildiği, öngördüğü bir olayın Yunanistan medyasınca dile getirilmesinin çatlamakla kıskanmakla ne ilgisi var? Ve eğer Yunan basını açıkça çatladık, kıskandık dese dahi biz yaramaz, şımarık çocuklar gibi “bak seni sevmiyor beni seviyor, bana şeker alacak sana almayacak” anlamını veren başlıklar mı atmalıyız? Tamam, pratikte dünyamızda şu anda tek patron var görünüyor ama, sonuçta orada eşit ve egemen iki devletin yürütmeden sorumlu en üst düzey temsilcileri konuşuyor. Her konuşmanın, toplantının, ziyaretin yapıldığı sürece göre o ziyarete verilen önem değişebilir. Bu bugün bizim için, yarın Yunanistan için geçerlidir.

“Kıskanmam... Gıpta ederim. Yani imrenirim. Ama ilk kez yılbaşı gecesi Paris - Sen Nehri üzerindeki köprüde dalgalanan 12 dev ipek bayrak arasında birini kıskandım. Hem de tedavisi ‘yok’ hallerde. Mavi zemin üzerine beyaz yatay çizgileri ve köşesinde beyaz haç olan bir bayraktı. Yunanistan bayrağı..."

Bu yazı nerede çıktı dersiniz? 8 Ocak 2002 tarihli Milliyet gazetesinde Sn. Güneri Civaoğlu yazdı bu cümleleri. Peki haksız mı? Şimdi Yunanistan medyası “Türk basını AB üyesi olamadı diye çatır çatır çatlıyor, kıskanıyor, çıldırıyor” başlıklarını atsa ne diyeceğiz? Haksızlar mı? Bunlar, her kim yazarsa yazsın, hoş mudur en hafif deyimi ile? Medyamız bana göre ne yazık ki bu yazın tarzı sorununu sadece siyasi konularda değil, her alanda yaşıyor. Bir maç kazanıyorsunuz, başlık “Tarih yazıldı, destan yazıldı.” Oysa kabul edelim ki tekil başarıların hiçbir önemi yoktur, önemli olan başarının sürekliliğidir, olağanlığıdır. Bir trafik kazası oluyor başlık "Manyak sürücü." Çünkü sistemin hiç suçu yok. Her şey mükemmel ülkemizde, sadece bir manyak çıkıp bir kaza yapıyor. Bu kadar basit.

Söylediğimiz her sözün, yazdığımız her kelimenin bir soruna sadece tepki değil, çözüm yolu açmasını ve vakur olmayı öğrenmemiz gerektiğini düşünüyorum.